Yemek Sadece Yemek Midir ? – Yemenin Psikolojik Kökenleri
Yazıyı okumaya başlamadan önce biraz durup aşağıdaki soruların üzerine düşünmenizi istiyorum.
- Yemek senin için ne demek ?
- Hangi durumlarda hangi yiyecekleri tüketiyorsun ?
- Bu yiyecekler sende hangi duygulara karşılık geliyor olabilir?
- Bebekliğinde, annenle veya bakım vereninle güvenli ve sağlıklı bir bağ kurulduğunu düşünüyor musun?
- Çocukken ve ergenlikte seni zorlayan durumlar oldu mu ? Olduysa, bunun şu anki hayatına etkileri neler olabilir?
- Stresli durumlarla karşılaştığında baş etme yolların neler ?
- Beslenme alışkanlıkları açısından nasıl bir ailede yetiştin ?
- Kendinle olan ilişkini nasıl tanımlarsın?
(Biraz düşünün ve bunları bir kenara not edin. Yazının tamamını okuduğunuzda yeniden bu sorulara dönüp, yazılanların ışığında cevaplarınızı gözden geçirebilirsiniz)
Sağlıksız ve fazla yeme alışkanlığımız sonucu, sadece fazla kilolar olmaz. Yediğimiz yiyecekler mide, bağırsak, safra kesesi rahatsızlıklarına neden olur; tansiyon ve kalp hastalıkları, diyabet riskini arttırır ve daha birçok rahatsızlığa davetiye çıkartır.
Bunları bildiğimiz halde neden kendimizi ihtiyacımız olmayan zamanlarda, ihtiyacımız olmayan miktarlarda yemekten alıkoyamıyoruz ?
Cevap : Yeme davranışı, sadece acıkmamız sonucu oluşan bedensel ihtiyacımızı karşılamak değil; zihinsel, duygusal ve sosyal boyutu olan daha kompleks bir durumdur.
Bu sebeple, sağlıklı yeme alışkanlığını kişiye kazandırabilmek için, daha bütünsel bir yaklaşımla konuyu ele almak gerekiyor. Yani kişinin yaşamındaki yemeğin anlamına, şimdiye kadar getirmiş olduğu öğrenmelere, zihnindeki yemeğe dair kodlamalara ve yemek yemenin kişide ortaya çıkardığı duygulara bakarak, sosyal yaşamını da bu bilgilerin ışığında yeniden düzenlemek gerekiyor. Aksi halde verilen beslenme listeleri ve diğer müdahaleler, sadece dışarıdan içeriye bir değişimi teşvik etmiş olup, alttaki çözülmemiş psikolojik dinamiklerin etkisiyle kişinin yeniden başladığı yere dönmesi demek oluyor.
Çok kararlı başlasak da içten içe başaramayacağımızı hissettiğimiz, pazartesi başlayıp hafta sonuna kadar bile gelemediğimiz, yapılan ikramlara karşı koyamama sonucu bozduğumuz diyetler; yazın verilip kışın alınan kilolar; cips, tatlı, hamur işi, vb… gördüğümüzde kendimizi kaybedişimiz, onlar yokken hayatın tadı tuzu yokmuş gibi hissetmemiz ve sanki istediğimiz forma hiç kavuşamayacakmışız gibi bir karamsarlığa düşmemiz tam da bu sebepten !
Bunlar size tanıdık geliyor mu ?
Haydi o zaman, hikaye nasıl başladı, nasıl gelişti biraz ona bakalım !
İnsan dünyaya ilk geldiğinde, dünyayla olan teması yemek ve bakım verenin ilgisi, yakınlığı üzerindendir. Bunun üzerinden güveni ve sevgiyi deneyimler. Eğer bu konuda bir sorun yaşanırsa kişi güven ve sevgi noktasında bir eksiklik hissederse ki, burada çok hassas dengeler söz konusudur, kişi ileriki yaşamında bu tamamlanmamışlığın yarattığı boşlukla hayatına devam eder. Hayatındaki ilişkilerde ve hayata olan yaklaşımında sevgiyi almada, vermede, kendini değerli hissetmede, insanlara ve kendine olan güveninde problem yaşar. Kendiyle ve çevresiyle sağlıklı bağ kuramaz. Bu da kişiyi yaşamda tedirgin ve mutsuz kılar.
Yetişkinlik hayatına doğru ilerlerken yaşam stresleriyle baş etmede etkili yollar geliştiremeyen birey, en kolay stresi bastırma şekli olarak yemek yemeyi tercih edebilir. Artık mutfak ve buzdolabı kişinin çok da kolay ulaşabildiği bir mutluluk kaynağıdır. Bazen öfkesini bastırmak için gider o mutfağa, bazense eksikliğini hissettiği sevgiyi tamamlamak, ya da kendisini güvende hissetmek için. Geçici de olsa, yemek bilinçaltı düzeyde o kişi için iyi hissetmekle eşdeğerdir. Çünkü yemek bebeklikten itibaren bildiğimiz en eski sevgi ve ilgi sembolüdür. Artı büyürken yemek yiyen, anne babayı zorlamayan çocuk takdir görür. Böylece kişi için aynı zamanda bir onay görme kaynağıdır yemek.
Stres seviyesi arttıkça kişi, kendisini sosyal hayattan izole etmeye başlar ve evde daha fazla vakit geçirerek yemeğe daha çok yönelir. Yedikçe ve kilo aldıkça stresi artar. Artık bir kısır döngünün içindedir. Ya stresle baş etmek ve yaşadığı duygusal sorunları çözümlemek için yeni bir yol bulacak, ya da bu döngünün içerisinde stres ve kilo artışıyla devem ediyor olacaktır.
Kişi büyürken birçok yeni şey öğrenir ve beslenme tutumları da bu öğrendiği konulardan birisidir. Yetişmiş olduğu aile ve çevrenin beslenmeye karşı olan tutumunu ve alışkanlıklarını kopyalar . Çocukları mutlu etmek için verilen şeker, çikolata, vb… sağlıksız gıdalarla çocuk, yemeye ayrı bir anlam yükler. Sevdiğimiz besinleri yemek ve mutlu olmak, beynin ödül sistemini devreye sokar ve bu besinleri aldığımızda yaşadığımız haz duygusu ile yeniden bu besinlere yönelme ihtimalimiz artar. Kişinin şansı varsa sağlıklı beslenme bilinci olan bir ailede yetişir. Burada öğrendiği tutumlar, kişinin besine yönelik olan kodlarıdır ve zihinsel seviyede yemeyle ilişkisini belirler.
Tabi ki büyüme esnasında biz bu öğrenmelerin ve kodlamaların farkında olmuyoruz. Tekrarlana tekrarlana bizim kalıp davranışlarımız haline geliyorlar ve sanki böyle doğmuşuz gibi bir hisse bürünüyoruz. Oysa gerçek öyle değil. Biz bu davranışları zaman içerisinde öğrendik ve sonuçları şu anki bizi oluşturdu. Eğer bu sonuçtan memnun değilsek, yeni öğrenmelerle, bizi beslenme konusunda daha avantajlı kılacak bir düşünce ve davranış sistemini zaman içerisinde kendimize kazandırabilir; besinle olan ilişkimizi değiştirebiliriz.
Bunu nasıl mı yapacağız ?
İşte çözüm !
- Söylediğimiz gibi birçok yeme problemi, çocukluk çağı deneyimlerine dayanıyor ve yemeğe ayrı bir anlam yüklememize neden olan kısım, altta yatan psikolojik etkenlerden kaynaklanıyor. Yemek sadece yemek değil burada. Kimi için sevgi, kimisi için merhamet, şefkat, kimisi için mutluluk demek. Amacımız kalıcı bir şekilde kilo kontrolünü sağlamaksa ilk önce bu psikolojik süreçleri çözümlememiz gerekiyor. Bu süreçleri halletmeden dışarıdan yapılan müdahaleler anlık çözüm gibi görünse de, çoğunlukla problem sonra nüksediyor. O sebeple ilk yapacağımız; anlamı, yemekle eşleşen duyguları değiştirmek.
- Bir diğer yapacağımız şey kendimizle ilişkimiz üzerine çalışmak. Temelde olan değersizlik duygularımız varsa, bunların ne kadar gerçekçi olduğunu sorgulayıp, kendimize haksızlık ettiğimiz yerleri fark ederek yapabildiğimiz becerilerimize yönelmek ve bu güçlü yanımızı bizi yükseltecek, iyilik halimizi arttıracak bir kaldıraç olarak kullanmak. Bunun için güçlü ve zayıf yanlarımızı tarafsız bir şekilde değerlendirmemiz gerekiyor.
- Yemeye yönelik düşüncelerimizi, kodlamalarımızı fark edip, bizi ulaşmak istediğimiz noktaya götüren yolda avantajlı kılacak düşünce biçimleriyle değiştirmemiz gerekiyor. Unutmayalım ki düşüncelerimiz, yaşamımızın nasıl olacağını, ne yönde gideceğini belirleyen tohumlardır. Ve ne ekersek onu biçeriz !
- Beynimizin ödül sistemini kendi istediğimiz yönde kullanma becerisi edinebiliriz. Evet biliyoruz; bir haz mekanizması var ve bu haz mekanizmasını, yiyeceklerin yerine başka aktiviteler koyarak, beynimizin deneyimlemesini sağlayabiliriz.
- Hepimiz yaşamın içerisinde stresli anlar yaşıyoruz ancak hepimizin strese yaklaşımı ve bununla baş etme biçimleri farklı. Stresle baş etmede, onu yiyecekle bastırmak yerine, yeni yollar öğrenmek bizi daha avantajlı kılacaktır.
- Ve çoğumuzun karşı koymakta zorlandığı bazı yiyecekler olduğunu tabi ki söyleyebiliriz. Bu yiyecekleri canımız istediğinde, bu isteğin kısa bir süre sonra dineceğini fark etmek için kendimize izin vermenin yollarını öğrenebilir, o ana kapılmadan o isteği erteleyebilme becerisini kazanabiliriz. Bunu bir oyun haline getirebileceğimiz yöntemler kullanarak, sıkıcı ve yasaklayıcı bir yaklaşım olmaktan çıkarabiliriz.
- Yeme sorununa tıpkı bir bağımlılık gibi yaklaşabiliriz. Keyif aldığımız bir haz unsuru var ve o olmadığında kendimizi mutsuz ve yaşamdan kopuk hissediyoruz. Sanki yaşamla aramızdaki bağı, yaşama tutunmamızı sağlayan şey, o çok düşkün olduğumuz besinler oluyor. Onlar olmadan tatsız tuzsuz bir yaşam gibi.
( Bu maddelerin detaylarına sonraki yazılarımda değineceğim)
Görüyoruz ki beslenme alışkanlıklarımız ve psikolojimiz, karşılıklı birbirini etkileyen ve birbirinden ayrı düşünemeyeceğimiz bir sistem. Dolayısıyla kilo kontrolü ve sağlıklı beslenme alışkanlığımızı kazanma aşamasında, bir diyetisyen ve yeme davranışıyla çalışan (psikodiyet uzmanı) bir psikologla eş zamanlı görüşüyor olmak, kişinin daha bütünsel, derinden ve kalıcı bir çözüme kavuşmasını sağlar.
Yani kişi böylece sağlıklı ve fit bir bedene kavuşmakla kalmaz, hayatın her alanında bir iyilik hali yaşar!
Hilal Usta
Uzman Klinik Psikolog